BİR AZMİN ÖYKÜSÜ: MUHSİN
Bir sakatlığım mı var? Neyim ben, söylesenize? Zihnim o kadar karışık ki. Buraya nasıl geldim, niye geldim, bunlar kim, hiçbir fikrim yok. İki gündür bu cehennemdeyim. Eline alıp gezdirenler mi dersiniz, bardak kapatanlar mı; yoksa cinsiyetime bakmak için beni evirip çevirenler mi. Hepsi bir garip. Bir çıkış yolu da yok. Sanırım burada öleceğim. Ama eğer burada öleceksem, benim için iyi olur. Şu iki gündür var olan garip kokuyu sevdim çünkü. Ne diyor şu iki ayakla ilginç yaratıklar… Hah, “Kitap Kokusu”. Yalnız, bu kokuyu sevmiş olmam, burada sonsuza kadar kalıp sefil sefil ölmeyi bekleyeceğim anlamına gelmiyor.
İlk gün kafam güzeldi, dolaşıyordum ortada. Ama şimdi topladım. Özetle, günün bu saatlerinin perdeye, duvara tırmanıp bir çıkış yolu aramak için çok uygun olduğunu düşünüyorum. Maalesef başarısız oldum. Kaç kere çıkıp düştüm, bilmiyorum. Hele en son şu büyük iki ayaklı ilginç yaratık fotoğrafımı çekmeye çalışırken beni düşürmeseydi, az daha başarıyordum. Gerçi tırmanacağım da, nereye varmaya çalışıyorum onu da bilmiyorum ya. Bir iki kez şuradaki yaratıklara el sallayıp yalakalık yapmaya çalıştım. Belki beni alıp en azından 20-30 santim yukarıya koyarlar diye. Ama ne çare… Ancak bana bakıp salak salak gülüyorlar. Bir de, sanırım ufak bir düşüş yaşadığımda beynim fena halde hasar aldı. Bazı şeyleri algılayamamaya başlıyorum sanki. Şu soğuk demire yapıştım kaldım. Adım atacak halim de yok.
Neydi adım? Neydim ben? Sanırım bu; kitap ve yazmaktan terlemiş el kokan garip yerde, bu iki ayaklı yaratıkların içinde mutlu bir şekilde öleceğim…
Kalemine sağlık mükemmel olmuş