Kanalizasyondan çıktığımda dev bir şehir meydanı ile karşılaştım. Gerçi insanlar buralara “sokak” diyor ama ben şehir meydanı diyorum. Aslında bütün çetemiz şehir meydanı adını kullanıyor.
Giderken değişik bir ev gördüm. Üzerinde devasa harflerle “Gözlem Evi” yazıyordu. Kapının altındaki minik aralıktan geçerek içeriye baktım. İçeride bir sürü bilgisayar vardı. Hepsinde de anlamsız şekiller ve yazılar vardı. Belki de anlamlıdır. Biraz ileriye gittiğimde bir kap içinde yeşil bir sıvı gördüm. Sıvının kabında “Sakın dokunmayın, tehlikeli” yazıyordu. Ben de ne olur ne olmaz diye o sıvıya ellemedim.
Derken ayağım bir kaşığa takıldı. Bu yerde ne kadar da çok şey var! Kaşığı ayağımla savurdum. Sonra da kaşık, tehlikeli sıvı kabına çarptı. Kaptaki sıvı bir anda üzerime döküldü. Garip bir şeyler hissetmeye başladım. İçerideki bilim insanı, “Anneciğiimm!” diye bağırarak kaçtı. Ne olduğunu anlayamadım. Bazı insanlar benden korkardı ama bilim insanı burada beni görünce korkmamıştı. Bu işte bir iş vardı.
Dışarıya çıktığımda herkes benden kaçmaya başladı. Küçücük bedenim kocaman olmuştu. İnsanlara yukarıdan bakıyordum. Emin olmak için bir ayna bulmam gerekiyordu. Sokağı dolaştım ama bir ayna bulamadım. Artık buraya neden sokak dediğinizi anladım, değil mi?
Ayna bulabilmek için aklıma harika bir fikir geldi. Şehrin tam ortasındaki yüz elli katlı binaya tırmanmaya başladım. Binadaki cam siliciler ve binanın içindekiler benden korkup kaçıyor, soğukkanlı olanlar polisi arıyor ya da düşüp bayılıyorlardı. Sonuncu katta bir ayna vardı. Aynada kendime bakmak için camı kırarak içeri girdim. Orada olan bir çocuk beni görünce çok korktu. Artık konuşma vakti gelmişti.
– Lütfen benden korkma!
Çocuk geri çekildi ve:
– Sen konuşabiliyor musun?
– Evet.
– Nasıl bu hâle geldin?
– Uzun hikâye.
– Anlat lütfen.
Başımdan geçenleri anlattım. Çocuk:
– Benim adım Yusuf Ali. Senin adın nedir? dedi.
– Benim adım yok ki, dedim.
Yusuf Ali de, “O zaman sana bir ad koyalım.” dedi. Ben de, “Tamam.” dedim. Yusuf Ali düşünerek:
– Senin adın da Muhiddin olsun.
– Peki.
– Beni o binaya götür, sıvının panzehrini bulabilirsek seni eski hâline döndürebiliriz.
– Harika fikir, haydi gidelim.
Yolda giderken bir polisle karşılaştık. Beni yakalamaya gelmişti. Polisten kaçmaya başladık. Polisin kafasına yoldan uçan bir gazete yapışmasıyla önünü göremeyip karşısındaki direğe çarpması bir oldu. Polisten kurtulup binaya girdik. Yusuf Ali tehlikeli sıvının panzehrini buldu. Üzerime dökünce tekrar eski hâlime döndüm.
Oradaki adam:
– Bu sıvı ile minik robotumu büyütüp dünyayı ele geçireceğim, ha ha haaa! dedi.
Yusuf Ali bana dönerek, “Buna izin veremeyiz.” dedi. Ama oradaki adam bunu duymuştu ve bizi kovalamaya başladı. Kovalama esnasında bizim peşimizdeki adam benim böcek kankalarımı gördü:
– Anaaacııımmm! Böcek!
Meğer adam ben laboratuvara girdiğimde beni görmemiş. Bu yüzden benden korkmamıştı. Adam, böcek kankalarımdan kaçarken sıvıyı düşürdü. Sonra da Yusuf Ali sıvıyı havada yakalayıp benim üzerime sıçrattı. Fakat üzerime çok sıvı geldiği için bedenim biraz büyümüştü. Aslında biraz değil, bayağı büyümüştüm. On katlı bir apartman boyutundaydım.
Adam korkarak:
– Bendeki panzehri alıp şu böceği küçültün! Bir şey yapmayacağım, söz!
Adamı cezasız bırakmak içime sinmemişti. Yani bunun bir bedeli olmalıydı. Aklıma gelen fikri Yusuf Ali’nin kulağına fısıldadım. Yusuf Ali fikrimi çok beğendi. Yusuf Ali birden panzehri adamın üzerine attı. Adam birden küçüldü ve minicik oldu.
Adama vereceğim ceza da patates böcekleri ile ilgiliydi. Patates böcekleri her hafta parti yaparlar ve parti günü de şansa bugünmüş. Patates böceklerinin partisi de inanılmaz berbattır! Kötü adama bunun çok güzel bir parti olacağını söyleyip onu kandırdık. Adam partiye gittiğinde, partinin sunucusu:
– Evet patates böcekleri! Partiye hazır mıyız?
Patates böcekleri heyecanla:
– Eveeeeet! diye bağırdılar.
Sunucu:
– Haydi o zaman şarkıya başlayalım! Potato, potato, potatooo!
Patates böcekleri çok eğlenirken adam:
– Bırakın şu partiyi. Hayıııır!
Ben de normal boyutuma döndüm ve Yusuf Ali ile artık çok iyi arkadaşız. Hoşça kalın…